OdaTv’de Fazıl Say’ın Murat Bardakçı’ya cevabı vesilesiyle benim OdaTv’ye gönderdiğim yorumum:
Sevgili Yakınlarım ve Dostlarım. Fazıl Say çok güzel yazmış. Hem onun başarıları, hem de müziğimizdeki gelişmeler hakkında bilgilerimiz tazeleniyor, yeni şeyler öğreniyoruz.
OdaTV’de Fazıl Say’ın yazısı altında güzel yorumlar var. Bu vesileyle bir yorum, veya daha doğrusu fırsattan istifade bazı düşüncelerimi ben de gönderdim. Yorumlar kısmında ‘Hadibey’ rümuzuyla yayımlandı. Aşağıya önce Fazıl Say’ın bu güzel yazısını da aldım. Müteakiben benim OdaTv’ye gönderdiğim yorumumu koydum.
H. A.
Fazıl Say’ın OdaTV’deki yazısı:
FAZIL SAY: SİZ KİMİN DEFTERİNİ DÜRÜYORSUNUZ MURAT BEY?
Daha yeni turneden döndüm.
Önce Almanya'da, sonra Cenevre ve Zürih'te tamamen dolu salonlarda konserler verdim. Münih'te, Süd Deutsche Zeitung gazetesinde çıkan eleştiride "Biz bugüne değin Münih kentinde böyle bir Çaykovski Konçertosu dinlememiştik, bambaşkaydı" yazıldı...
Ama bu yazıları bile ertesi gün unutmaktayım. Hayat korkunç hızlı...
Bu akşam evdeyim. Ender gördüğüm ve çok özlediğim kızım Kumru ile beraber film seyredeceğiz.
Yeni biten solo keman bestemi ("Cleopatra") kopistime email olarak yollayacağım.
Ve gecenin geç bir vakti de olsa, Nisan'da Berlin'de çalınacak olan yeni eserim "Alevi dedeler rakı masasında" üzerine çalışacağım...
(Bu çok derin bir konudur, Arif Sağ'ın bana anlattığı bir gerçek olaydan yola çıkan bir eser.)
Bugün evdeyim...
Bu akşam İngiliz kemancı Priya Mitchell bugüne değin pek çok kez çalınan keman konçertomu ("Harem'de 1001 Gece"yi) Belgrad'da çalacak.
Konseri dinlemeye bile gidemiyorum.
Yine bu akşam, dostum ve değerli meslektaşım Hüseyin Sermet, Londra'da önemli bir konser verecek.
Hüseyin, Ulvi Cemal Erkin'in öğrencisi idi.
Ben, rahmetli hocalarımın konserlerime geldiğine inanmaya başladım. Fenmen.. Gündemir...
Oradalar sanki. Salondalar.
Kim bilir? Belki Erkin de öğrencisi Hüseyin'i dinlemeye gidecektir bu akşam?
Ve yine bu akşam dünyanın kim bilir hangi şehrinde, İdil Biret, Gülsin Onay Resitaller veriyor olacaklar.
Gülsin her konserinde Saygun çalar mutlaka. Bu akşam da vardır programda. Belki Etüdler. Belki Prelüdler...
Bu akşam Colorado Eyaletinde bir evde, bir müziksever Güher Süher Pekinel kardeşlerin Poulenc CD'sini dinleyecek.
Ama, Norveç’te, Çin'de, İtalya'da pek çok evde, pek çok müziksever aynı CD'yi dinliyor olacak.
Erkin'in Saygun'un eserleri hiç aklınıza gelmeyecek ülkelerde, topluluklar tarafından seslendiriliyor olacak.
Filipinlerde mesela, bir Yaylısazlar Quarteti Saygun çalıyor olabilir. Ya da Kore'de. Ya da Hollanda'da...
Bu akşam Antalya Piyano Festivalinde yine büyük ustaların katıldığı bir konser var. Biletleri tamamen bitmiş.
Ankara'da ve İzmir'de Orkestralar haftalık konserlerini bu akşam veriyorlar.
Hepsi bu akşam.
Bu akşam, İngiliz şef Howard Griffiths ile, "İSTANBUL SENFONİSİ"nin Mart 2011'de Moskova'daki seslendirilişi ile ilgili teknik detayları telefonla görüşeceğim.
Yine bu akşam, Ankara'da bir Konservatuvar öğrencisi, verdiği sınıf resitalinde İlhan Baran'ın eserlerini çalıyor olacak.
Genç bir sopranomuz bu akşam Berlin Operasında Mozart söylüyor olacak.
Bir başka genç soprano ise, Milano'daki bir Şan Yarışmasında finale kalacak. Bu akşam.
Bu akşam Safranbolu'da (Geçen ay NewYork'da dünya birincisi olmuş olan) Yaylısazlar Quartetimiz "Borusan Dörtlüsü", bir konser verecek.
Konsere daha çok öğrenciler gelecek.
Paris'te bir Türk Viyolonsel öğrencisi, arkadaşları ile ufak bir gruba çağdaş müzik konseri verecek.
Eskişehir'de bir Müzikolog, Cemal Reşit Rey'in Orkestra eserleri üzerine yaptığı araştırmaya kafa patlatacak.
Prag'da yaşayan bir Türk balerin, bu akşam kendisini sakatlayacak kadar çok çalıştığı için hüzünlere boğulacak.
Mersin'deki bir balerin ise hayatının en iyi performansını bu akşam verecek.
Bu akşam, Youtube'daki binlerce "Fazıl Say Videosu" tüm gezegende 250.000 kere tıklanacak.
Ben ise, Kumru ile çizgi film seyrediyor olacağım.
Muammer Sun bu akşam bir "Onur ödülü" alacak. Eve döndüğünde ise, müziğini yaptığı bir filme televizyonda rastlayacak...
Bu akşam Türk Hava Yolları ile uçan 78.000 kişi, uçağın içinde Alnar'ın Kanun Konçertosu'ndan bir bölüm dinleyecek.
Bu akşam Avangard bestecimiz İlhan Usmanbaş evinde eski dostları ile buluşacak. Evde "yeni müzikte ne yapılıyor?" konusu konuşulacak.
Ve daha binlerce insan.
Ve daha binlercesi.
Bizim halk bunları takip etmez. Bilmez. Nerede ne var...
Eğitim sistemini mahvettiler. Müzik dersi bile ne kadar aza indirildi.
Medya da yazmaz bunları...
TV? Unut gitsin...
O zaman?
Vuralım gebertelim...
Murat Bardakçı'nın "Türkiye'deki müzik inkılabı çatır çatır çöktü" dediği durum bu.
Aslında yukarıda yazdığım gerçeklere bakarsak;
Ben bir çökmüşlük göremiyorum. Siz görebiliyor musunuz?
Ama konu burada bitmiyor;
Asıl gerçek şu;
Şu dönemde, Atatürk ve Cumhuriyet devrimleriyle ilgili karalayıcı konuşmak hayli kazançlı iş.
Beni o kazanç ilgilendirmiyor. Beni müzik ilgilendiriyor!
Murat Bardakçı'ya ise, "Daha da vur! Daha da vur!" denilir muhtemelen...
O da vurur...
Onlar hep vurdular.
Biz evde çalışırken.
Dünyanın bir yerlerindeyken....
Harcanırız...
Güya...
Sadece tek şey sormak lazım; Bu akşam bu insanlar çalışırken, siz niye kötü niyetle onların defterini dürmekteydiniz Murat Bey?
Şu müzisyenlerden birisi, önünüze nota koysa, dinlerken sayfasını çeviremezsiniz, "kötü" dediğiniz müziklerin.
"Islıkla çalabileceğim melodiler yok" derken dünyanın her hangi bir ülkesinde herkes gülerdi size...
Stravinski'yi ıslıkla çalabilir misiniz? Schönberg'i?
O zaman Saygun'u niye ıslıkla çalmak?
Fazıl Say isterse 99.999 iyi eleştiri koysun önüne, bir yerde 1 kötü eleştiri çıktı mı, "Baaak, gördünüz mü, biz demiştik bu o kadar iyi değil diye" safsatası başlar.
Ve altında 300 tane yorum. Güdümlü yorumlar.
Hamasi.
Kıskanç.
Ve de çirkef...
Gerçekler aslında yukarıda yazığım gibi.
Bu akşam bu gezegende... Bu memleketin insanları, bu akşam...
Yazıklar olsun!
Fazıl Say
Odatv.com
‘Hadibey’ rümuzuyla OdaTV’de yayımlanan yorumum:
Gene bazı ifadeler Fazıl Say’ı öfkelendirmiş, bir bakıma coşturmuş, bu vesileyle bizlere, şu yaşadığımız birkaç gün içinde bile, Türk müzisyenlerinin dünyamızda sergiledikleri etkinlikleri bir çırpıda anlatıvermiş. Müzik ve tüm güzel sanatlar alanında Atatürk, İnönü ve çalışma arkadaşlarının yaptıkları düzenlemelerin sonuçları her gün biraz daha büyüyerek, yücelerek yaşadığımız günlere ulaştı. Artık isimlerini kolaylıkla sayamayacağımız kadar, çok sesli müzik besteleyen müzisyenlerimiz var. Bunların arasında birçoğu senfonik orkestra ve koro için müzik yazabiliyor. Birçoğu yabancı ülkelerde seslendirilen çağdaş müzik eserleri üretiyor. Ne mutlu bize. Diğer yandan üzüntülerimiz oluyor. Tüneller, köprüler, gökdelenler, alışveriş merkezleri yapıyoruz, ama opera binası, konser salonu yapamıyoruz, olanı da kapatıyoruz. Yöneticilerimiz müstakil bir opera binası düşünemiyorlar. Onun illâ başka etkinliklerin, alışveriş, eğlence merkezinin. elhasıl başka bir bütünün içinde bir birim olmasını hayal ediyorlar. Dünyamızdaki örneklerini de göremiyorlar. Viyana’ya, Paris’e, Milano’ya, Londra’ya, New_york’a, Moskova’ya, Prag’a … gitseler opera binalarına baksalar, bakmakla kalmasalar görseler bir fikir alacaklar. Aynı zamanda Opera binalarının, üniversiteler, büyük mimariyi temsil eden dini yapılar gibi şehrin merkezini oluşturduğunu da fark edecekler. Ne yazık ki, büyük mimarî yapısının yanında, bugünün çağdaş üniversite kampusları gibi kurulmuş olan Süleymaniye’mizin etrafı da bakımsızdır. Yöneticilerimizin operaya giden, senfoni dinleyen, Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu ve Kerem Operası’nı izlemiş kişilerden olmasını arzu ederdim.
Geçen 26 Kasımda bir dostum Fazıl Say’ın İstanbul Senfonisinin linklerini göndermişti. 7 Bölüm senfoninin her bölümünün altına kısa yorumlar yazmıştım. Sonra dostlarıma bu kısa yorumların bileşimini gönderdim ve gene aynı tarihte kendi blog’uma ‘Yakınlarıma ve Dostlarıma Gönderdiğim Mesaj ve Anlatımlarım’ bölümüne koydum. Şimdi müsaadelerinizle aşağıda o yazımdan bazı kısımları buraya almak istiyorum:
‘’Bu ara önemli bir olay oldu. Fazıl Say’ın İstanbul Senfonisinin videoları da galiba bir hafta on gün önce YouTube’a girmiş. Dostum Yeşua Aroyo eksik olmasın hemen bana linkleri ulaştırdı. Onunla da kalmadı, program notlarını da gönderdi. Şimdi ben de sizlere bu videoyla ilgili yüzeysel düşüncelerimi yazıyorum. Yani bölüm bölüm analiz ve yorum yapmıyorum, genel ifadeler kullanıyorum. … Yorumdan ziyade içimdekileri açığa vuruyorum ...
İstanbul Senfonisini dinlerken Fazıl Say’ın bestecilikteki ustalığını, bir senfoni orkestrasının bütün seslerini beyninde duyarak koca orkestrayı dilediği şekilde ve rahatlıkla kullanabildiğini, kafasında oluşan müziği seslere kolaylıkla aktaran ve kafasındaki düşüncelerine uygun güzel müziği yaratabilen büyük bir kompozitör olduğunu bir kere daha anlıyoruz.
Fazıl Say deyince sadece dünyaca ünlü bir piyanisti algılamayacağız. O artık devamlı yaratan ve unutulmayacak olan besteciler arasına girdi. Yalnız onun birçok diğerlerinden farkı, yaşadığı toplumun dertleriyle de ilgilenmesidir. Bazıları toplum için doğar.
Müzik bilginleri daha başka yorumlar yapacaklardır. Bir müziksever ve dinleyici olarak ancak hayranlıklarımı sunuyorum.
Bir de onun değerinin bilinmesini isterim. Bu konuda medyamızın geride kalmasına çok üzülüyorum. ‘Müziğinizin aranjmanı kim yapıyor’ gibilerden sual soran, ‘siz de beni sinirlendirdiniz’ diyen röportajcılar var. Karşısındakinin kim olduğunu bilemiyor. Medya patronları, bu gibi üst düzey gerçek sanatçılarla röportaj yapacak kişileri, o sanat dalında ilerlemiş, ne sual soracağını bilen değerli uzmanlardan seçmelidir. ‘Hangi tarihte doğdunuz?’ diye lafa başlayan, ‘sizin için bilmem kim bilmem ne söylemiş’ diye konu açan röportajcı istemiyoruz artık. Konumuz sanat, sanattan bahis edeceğiz.
Gerçekte bunu yapabilecek çok iyi yetişmiş yeteneklerimiz var. Ne mutlu bize artık çok iyi yetişmiş ve bizleri uluslar arası düzeyde gururlandıran müzisyenlerimiz ve bir Fazıl Say’ımız var.’’
HADİ ASİTANELİOĞLU
10 Aralık 2010 Cuma
3 Şubat 2010 Çarşamba
12 Temmuz 2009 Pazar
12.07.2009 BİR GRUP İNSANIN TOPKAPI SARAYINDA İDİL BİRET KONSERİNE MÜDAHALE ETMESİ ÜZERİNE
'Zavalıların saçma girişimi'
İDİL BİRET BİZİM BÜYÜK GURURUMUZ. TOPKAPI SARAYI DA BİZİM BÜYÜK GURURUMUZ. İDİL BİRET’İN ORADA KONSER VERMESİ GURURUMUZA GURUR KATAR. BAZILARININ İDRAKLERİ KISITLI, DUYGULARI KÖRDÜR. NE YAZIK Kİ ONLAR KOLAY KOLAY DEĞİŞEMiYORLAR. YARATICI ONLARA O KADAR NASİP BUYURMUŞ. EN AZINDAN EKSİK VE YETENEKSİZ OLDUKLARI NİTELİKLERİNİN BİLİNCİ İÇİNDE OLSALAR, HİÇ DEĞİLSE BAŞKALARININ İŞİNE KARIŞMAZLAR. HAYATTA HİÇ KLASİK MÜZİK DİNLEMEMİŞ OLANLAR, KLASİK MÜZİK DİNLEME SEVİYESİNE ULAŞAMAMIŞ KİMSELER HERHALDE BU TARZ MÜZİK ÇALAN VE DİNLEYENLERİN ÇEVREYE, KUTSAL DEĞERLERİMİZE VE YÜCE YARATICIYA SAYGISIZLIK YAPTIĞINI ZANNEDİYORLAR. ONLAR YÜCE TANRININ BİZLERE BAHŞETTİĞİ SANAT ZENGİNLİĞİNİ DE ANLAYAMAZLAR. DURUMLARI ÇOK KÖTÜ, TEPKİLERİ ÇOK KABA. ONLARI AYIPLIYORUM VE ÇOK ÜZÜLÜYORUM.
İDİL BİRET BİZİM BÜYÜK GURURUMUZ. TOPKAPI SARAYI DA BİZİM BÜYÜK GURURUMUZ. İDİL BİRET’İN ORADA KONSER VERMESİ GURURUMUZA GURUR KATAR. BAZILARININ İDRAKLERİ KISITLI, DUYGULARI KÖRDÜR. NE YAZIK Kİ ONLAR KOLAY KOLAY DEĞİŞEMiYORLAR. YARATICI ONLARA O KADAR NASİP BUYURMUŞ. EN AZINDAN EKSİK VE YETENEKSİZ OLDUKLARI NİTELİKLERİNİN BİLİNCİ İÇİNDE OLSALAR, HİÇ DEĞİLSE BAŞKALARININ İŞİNE KARIŞMAZLAR. HAYATTA HİÇ KLASİK MÜZİK DİNLEMEMİŞ OLANLAR, KLASİK MÜZİK DİNLEME SEVİYESİNE ULAŞAMAMIŞ KİMSELER HERHALDE BU TARZ MÜZİK ÇALAN VE DİNLEYENLERİN ÇEVREYE, KUTSAL DEĞERLERİMİZE VE YÜCE YARATICIYA SAYGISIZLIK YAPTIĞINI ZANNEDİYORLAR. ONLAR YÜCE TANRININ BİZLERE BAHŞETTİĞİ SANAT ZENGİNLİĞİNİ DE ANLAYAMAZLAR. DURUMLARI ÇOK KÖTÜ, TEPKİLERİ ÇOK KABA. ONLARI AYIPLIYORUM VE ÇOK ÜZÜLÜYORUM.
22 Mayıs 2009 Cuma
22.MAYIS:2009 TÜRKAN SAYLAN'IN CENAZE TÖRENİNE MİLLİ EĞİTİM BAKANININ VE DİĞER HÜKÜMET ÜYELERİNİN VE ÜST DÜZEY GÖREVLİLERİN KATILMASI UYGUN OLURDU
TÜRKAN SAYLAN’IN CENAZE TÖRENİNE MİLLİ EĞİTİM BAKANININ VE HATTA DİĞER HÜKÜMET ÜYELERİNİN VE ÜST DÜZEY GÖREVLİLERİN KATILMASI UYGUN OLURDUDU
Yalnız Sayın Milli eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun değil, diğer bazı Hükümet üyelerinin ve memleketimizdeki üst düzey eğitim görevlilerinin de elbette Türkan Saylan gibi abideleşen bir ismin cenaze törenine katılması gerekir ve bu çok normal bir durum olurdu. Ancak iktidar çok hatalı bir uygulamayla, Devletimiz adına müteşekkir olması, bağrına basması gereken bir değere karşı ters bir tavır takınmış ve kendi camiasında da olumsuz davranışların sergilenmesine zemin hazırlamıştır. İktidarın Türkan Saylan’a karşı neden böyle bir olumsuz tavır takındığını anlamak mümkün değildir. Bu durumda, cenazeye katılması beklenen kişiler karşı tepkiden çekinerek bir değere karşı, toplumumuz adına saygı görevlerini yerine getirememişlerdir.
Yalnız Sayın Milli eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun değil, diğer bazı Hükümet üyelerinin ve memleketimizdeki üst düzey eğitim görevlilerinin de elbette Türkan Saylan gibi abideleşen bir ismin cenaze törenine katılması gerekir ve bu çok normal bir durum olurdu. Ancak iktidar çok hatalı bir uygulamayla, Devletimiz adına müteşekkir olması, bağrına basması gereken bir değere karşı ters bir tavır takınmış ve kendi camiasında da olumsuz davranışların sergilenmesine zemin hazırlamıştır. İktidarın Türkan Saylan’a karşı neden böyle bir olumsuz tavır takındığını anlamak mümkün değildir. Bu durumda, cenazeye katılması beklenen kişiler karşı tepkiden çekinerek bir değere karşı, toplumumuz adına saygı görevlerini yerine getirememişlerdir.
19 Mayıs 2009 Salı
18.MAYIS.2009'DA AHMET HAKAN'IN HÜRRİYET GAZETESİNDEKİ YAZISI ÜZERİNE 19.MAYIS.2009'DA GÖNDERDİĞİM MAİL
18.MAYIS.2009 TARİHİNDE AHMET HAKAN'IN HÜRRİYET GAZETESİNDEKİ YAZISI ÜZERİNE 19.MAYIS.2009'DA E-MAİL ADRESİNE GÖNDERDİĞİM YAZI
ÖNCE AHMET HAKAN’NIN 18.MAYIS.2009 TARİHLİ YAZISINI OKUYALIM:
‘‘Fazıl'la ilişik kesme ilanıSAYIN üçüncü şahıslar! Fazıl Say ile hasbelkader bir yakınlığımız oldu...
Şöyle ki: Birkaç kez evine misafir oldum... Birkaç kez kafelerde oturup muhabbet etmişliğimiz var... Dost ortamlarında falan da buluştuk galiba... Ha hatırladım: Bir kez de Paris'e gitmiştik...Kısacası aramızda iyi kötü bir hukuk oluşmuştu... Benim nazarımda bir "kredisi" vardı bu arkadaşın...Fakat... Gün geldi, bu arkadaş, nasıl söylesem, biraz çığrından çıktı..."İcra ettiği sanattaki haklı üstünlüğünü" arkasına alarak, sağa sola saçma sapan mektuplar yazmaya başladı... Tıpkı "Türk Aynştayn'ı" diye selamlanan Oktay Sinanoğlu'nun "fizik/kimya alanı"ndaki dünya çapındaki haklı üstünlüğünü kullanarak, aklının pek kesmediği alanlarda olur olmaz raconlar kesmeye kalkması gibi...Üstelik "Fazıl arkadaş", politik alandaki kafa karışıklıklarını kaleme alırken, cümleleri yanlış kuruyordu... İfadeleri de kusurluydu... Hadi hepsini geçtik, daha ayrı yazılması gereken "-de"lerden, "-ki"lerden bile haberi yoktu...Ne yapacaktım yani? "Aramızda bir hukuk var" ya da "Onun bende kredisi var" diye şarklı bir tutum alıp "Yaşa Fazıl... Aferin Fazıl..." falan mı diyecektim?Tabii ki demedim...Alabildiğine nazik bir şekilde "Sen önce gramer öğren" dedim.Hay demez olaydım!"Son tahlilde alçakgönüllü" olduğunu sandığım bu "arkadaş", bu minicik dokundurma karşısında büyük bir çiğlik yapıp her fırsatta çirkinleştikçe çirkinleşti...İşte en son Habertürk'te Kutlu Esendemir'e verdiği röportajda, bana Hülya Avşar üslubuyla çemkirmiş...Kendisine aynı üslupla yanıt verip, bu işi daha fazla uzatmak yerine buradan tüm üçüncü şahıslara şu duyuruyu yapmakla yetiniyorum: Dikkat! Fazıl Say'la aramızda hiçbir beşeri münasebet kalmamıştır... Çünkü bu arkadaşın tıynetinin, beşeri münasebet kaldıracak çapta olmadığı tarafımdan anlaşılmıştır. Onun yolu ona, benim yolum banadır...Tüm üçüncü şahıslara ilanen duyurulur...’’
Yukardaki yazısı üzerine 19.Mayıs.2009 da Ahmet Hakan’a aşağıdaki yazıyı gönderdim. Bu yazıyı bir gün sonra Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök ve Doğan Hızlan’a da gönderdim.
Değerli Ahmet Hakan Bey;
Siz müfterî kesimden, islâmî kesimden, şekilsel dinci kesimden, cumhuriyetçilerden, laiklerden, elhasıl toplumun birçok kesiminden insanları tanırsınız. Bu konuda önemli bir birikiminiz var. (‘kesim’ kelimesini istemeyerek kullandım). Köklü bir îslâm dini eğitiminiz var. Bu nedenle size ‘bilmediğiniz işe karışma’ diyen olmaz. Üslubunuz güzeldir. İmlâ hatası yapmaz, ‘de’ yi, ‘ki’yi yerli yerinde kullanırsınız. Böylece sizin yazılarınızı zevkle okur, görüşlerinizi, bazen tanıdığımız, bazen de hiç tanımadığımız çeşitli kişiler hakkındaki yorumlarınızı öğreniriz.
Değerli Ahmet Bey, bazı kişiler var, onlar sizi aşıyor. O kişiler hakkındaki görüşleriniz , o kişileri tanıyanları hiç ilgilendirmiyor. Onları tanımayanlara da yanlış bir düşünce aktarmış olabilirsiniz. Bazı düşüncelerinizi, hatta bazı kişisel tartışmalarınızı gazeteye yazmanıza gerek yok. Bu kişiler hakkında belki tarafsız olarak bir bilgiyi aktarabilirsiniz. Ama onları yeren veya yerer gibi yapan cümleler kurmanız az da olsa sevimliliğinizi kaybettiriyor. Sanki kendinizi çok yüksekte görüyormuş gibi oluyorsunuz.
Şimdi ben de size karşı haddimi aşmış oldum. Ne yapalım, ben de köşe yazarı okuyucusuyum.
Saygılarımla
HADİ ASİTANELİOĞLU
ÖNCE AHMET HAKAN’NIN 18.MAYIS.2009 TARİHLİ YAZISINI OKUYALIM:
‘‘Fazıl'la ilişik kesme ilanıSAYIN üçüncü şahıslar! Fazıl Say ile hasbelkader bir yakınlığımız oldu...
Şöyle ki: Birkaç kez evine misafir oldum... Birkaç kez kafelerde oturup muhabbet etmişliğimiz var... Dost ortamlarında falan da buluştuk galiba... Ha hatırladım: Bir kez de Paris'e gitmiştik...Kısacası aramızda iyi kötü bir hukuk oluşmuştu... Benim nazarımda bir "kredisi" vardı bu arkadaşın...Fakat... Gün geldi, bu arkadaş, nasıl söylesem, biraz çığrından çıktı..."İcra ettiği sanattaki haklı üstünlüğünü" arkasına alarak, sağa sola saçma sapan mektuplar yazmaya başladı... Tıpkı "Türk Aynştayn'ı" diye selamlanan Oktay Sinanoğlu'nun "fizik/kimya alanı"ndaki dünya çapındaki haklı üstünlüğünü kullanarak, aklının pek kesmediği alanlarda olur olmaz raconlar kesmeye kalkması gibi...Üstelik "Fazıl arkadaş", politik alandaki kafa karışıklıklarını kaleme alırken, cümleleri yanlış kuruyordu... İfadeleri de kusurluydu... Hadi hepsini geçtik, daha ayrı yazılması gereken "-de"lerden, "-ki"lerden bile haberi yoktu...Ne yapacaktım yani? "Aramızda bir hukuk var" ya da "Onun bende kredisi var" diye şarklı bir tutum alıp "Yaşa Fazıl... Aferin Fazıl..." falan mı diyecektim?Tabii ki demedim...Alabildiğine nazik bir şekilde "Sen önce gramer öğren" dedim.Hay demez olaydım!"Son tahlilde alçakgönüllü" olduğunu sandığım bu "arkadaş", bu minicik dokundurma karşısında büyük bir çiğlik yapıp her fırsatta çirkinleştikçe çirkinleşti...İşte en son Habertürk'te Kutlu Esendemir'e verdiği röportajda, bana Hülya Avşar üslubuyla çemkirmiş...Kendisine aynı üslupla yanıt verip, bu işi daha fazla uzatmak yerine buradan tüm üçüncü şahıslara şu duyuruyu yapmakla yetiniyorum: Dikkat! Fazıl Say'la aramızda hiçbir beşeri münasebet kalmamıştır... Çünkü bu arkadaşın tıynetinin, beşeri münasebet kaldıracak çapta olmadığı tarafımdan anlaşılmıştır. Onun yolu ona, benim yolum banadır...Tüm üçüncü şahıslara ilanen duyurulur...’’
Yukardaki yazısı üzerine 19.Mayıs.2009 da Ahmet Hakan’a aşağıdaki yazıyı gönderdim. Bu yazıyı bir gün sonra Oktay Ekşi, Ertuğrul Özkök ve Doğan Hızlan’a da gönderdim.
Değerli Ahmet Hakan Bey;
Siz müfterî kesimden, islâmî kesimden, şekilsel dinci kesimden, cumhuriyetçilerden, laiklerden, elhasıl toplumun birçok kesiminden insanları tanırsınız. Bu konuda önemli bir birikiminiz var. (‘kesim’ kelimesini istemeyerek kullandım). Köklü bir îslâm dini eğitiminiz var. Bu nedenle size ‘bilmediğiniz işe karışma’ diyen olmaz. Üslubunuz güzeldir. İmlâ hatası yapmaz, ‘de’ yi, ‘ki’yi yerli yerinde kullanırsınız. Böylece sizin yazılarınızı zevkle okur, görüşlerinizi, bazen tanıdığımız, bazen de hiç tanımadığımız çeşitli kişiler hakkındaki yorumlarınızı öğreniriz.
Değerli Ahmet Bey, bazı kişiler var, onlar sizi aşıyor. O kişiler hakkındaki görüşleriniz , o kişileri tanıyanları hiç ilgilendirmiyor. Onları tanımayanlara da yanlış bir düşünce aktarmış olabilirsiniz. Bazı düşüncelerinizi, hatta bazı kişisel tartışmalarınızı gazeteye yazmanıza gerek yok. Bu kişiler hakkında belki tarafsız olarak bir bilgiyi aktarabilirsiniz. Ama onları yeren veya yerer gibi yapan cümleler kurmanız az da olsa sevimliliğinizi kaybettiriyor. Sanki kendinizi çok yüksekte görüyormuş gibi oluyorsunuz.
Şimdi ben de size karşı haddimi aşmış oldum. Ne yapalım, ben de köşe yazarı okuyucusuyum.
Saygılarımla
HADİ ASİTANELİOĞLU
17 Mayıs 2009 Pazar
17.05.2009 'TÜRKİYE'DEKÜLTÜR VE SANATA YÖN VEREN POWERBROKER' YAZI DİZİSİ ÜZERİNE
Türkiye'de kültür ve sanata yön veren Powerbroker
Hürriyet Pazar'ın 'Türkiye'de kültür ve sanata yön veren Powerbroker' başlıklı araştırma yazısı ilginç bilgileri içeren, güzel bir çalışma olmuş. Gazetelerin sanat olaylarına yer vermesi şüphesiz ki çok sevindiricidir. Müzik sahasında derinleştirilirse medyatik olmayan başkaca isimler görülecektir.
Hürriyet Pazar'ın 'Türkiye'de kültür ve sanata yön veren Powerbroker' başlıklı araştırma yazısı ilginç bilgileri içeren, güzel bir çalışma olmuş. Gazetelerin sanat olaylarına yer vermesi şüphesiz ki çok sevindiricidir. Müzik sahasında derinleştirilirse medyatik olmayan başkaca isimler görülecektir.
9 Mayıs 2009 Cumartesi
09.05.2009 KÜLTÜR BAKANININ KONUŞMASINA KARŞI YORUMUM-ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZİ-TRT3-2010 ÇALIŞMALARI
Bakan'dan Zeki Müren, Bülent Ersoy ve Evren yorumu
Hazır kültürel bir etkinlik ortamında bulunurken sayın Kültür Bakanının daha çok kültürden, güzel sanatlardan konuşmasını dilerdim. Atatürk Kültür Merkezi gibi şehrimizin ve ülkemizin önemli ve insanlarımıza çeşitli güzel sanat etkinliklerini sunmaya olanak sağlayan bir mekânı kapatan ve şu geçen süre içinde metruk bir yermiş gibi seyrine razı olabilen bir Kültür Bakanı olmak, gerçekten onun da kendi yüreği içinde hesaplaşması gereken bir konudur. TRT 3 radyosunun da artık yıllarca sürdürdüğü eski niteliğinin kalmadığını göremeyen bir Kültür Bakanı olmak da üzücü bir durum. Bunun gibi Kültür Bakanımız fırsat varken 2010 İstanbul Kültür Merkezi çalışmalarından söz etmesini isterdim. Süslü ve sivri cümlelerle konuyu başka alanlara kaydırmak yeterli olmuyor.
Hazır kültürel bir etkinlik ortamında bulunurken sayın Kültür Bakanının daha çok kültürden, güzel sanatlardan konuşmasını dilerdim. Atatürk Kültür Merkezi gibi şehrimizin ve ülkemizin önemli ve insanlarımıza çeşitli güzel sanat etkinliklerini sunmaya olanak sağlayan bir mekânı kapatan ve şu geçen süre içinde metruk bir yermiş gibi seyrine razı olabilen bir Kültür Bakanı olmak, gerçekten onun da kendi yüreği içinde hesaplaşması gereken bir konudur. TRT 3 radyosunun da artık yıllarca sürdürdüğü eski niteliğinin kalmadığını göremeyen bir Kültür Bakanı olmak da üzücü bir durum. Bunun gibi Kültür Bakanımız fırsat varken 2010 İstanbul Kültür Merkezi çalışmalarından söz etmesini isterdim. Süslü ve sivri cümlelerle konuyu başka alanlara kaydırmak yeterli olmuyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)